29 Şubat 2008 Cuma

gizem ve merak


Ruhlarımızı ayakta tutan gizem ve merak'tır.

Dan Brawn-Davinci Şifresi Kitabından

25 Şubat 2008 Pazartesi

HERŞEYDE HAYIR GÖRMEK...

" Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) Şöyle geçmişe doğru bir bakıp bugüne kadar yaşadıklarınızı kısaca gözden geçirecek olursanız, uzun yıllara sığan olayların aslında dakikaları aşmadığını görürsünüz. Bir zamanlar çok önemli olduğunu düşündüğünüz, kimi zaman heyecanla kimi zaman endişeyle kimi zaman da merakla beklediğiniz tüm olaylar sizin için artık birer hatıra olmuştur. Tüm bunlardan dünyevi anlamda geriye kalan sadece hafızanızdaki bir kaç hatıradır. Ancak tüm bu zaman dilimi içerisinde sarf etmiş olduğunuz her söz, göstermiş olduğunuz her tavır, aklınızdan geçirdiğiniz her düşünce, Allah Katında sizin adınıza saklanmış durumdadır. Allah'ın hayatınız üzerindeki mutlak hakimiyetini ve hikmetli yaratışını fark ederek geçirirseniz, karşınıza çıkan tüm olayları hayra yorup, Allah'ın tüm kaderinizi en hayırlı şekilde yarattığının şuuruna varırsınız. Allah'a iman eden bir insan zahiren terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir. "Aksilik", "terslik", gibi görünen olayları ise ancak ibret gözüyle görüp ders alır. Ne var ki insan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek isteyebilir. Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı bir tavır sergileyebilir. Kuran'da insanın bu aceleci yönü şöyle bildirilmiştir: İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11) Genellikle insanlar hayatları boyunca karşı karşıya kaldıkları inişler ve çıkışlar karşısında farklı tepkiler verebilirler. Olaylar arzuladıkları şekilde geliştiği ve menfaatlerine bir zarar gelmediği sürece olumlu tepkiler verir ancak beklenmedik gelişmelerle karşılaştıklarında hemen isyan eden bir tavır içerisine girerler. Olayların sonuçlarına göre bu isyankar tavırları daha da şiddetlenir. Temelde ortak olan bu karakteri günümüz toplumlarının genelinde görmek mümkündür. Ancak bu insanların bir kısmı memnuniyetsizlikle karşıladıkları bu olaylar karşısında yine de "vardır bir hayır" ya da "hayırdır inşallah" gibi sözler sarf etmeyi de ihmal etmezler. Ancak bu kimselerin bu konuşmaları tamamen bir ağız alışkanlığından ya da toplumda adet haline gelmiş olmasından kaynaklanır. Yoksa büyük çoğunluğu ağızlarıyla söyledikleri gibi yaşadıkları olaylarda gerçekten de bir hayır aramazlar. Günümüz toplumu insanları sürekli olarak gelecekleri için planlar yaparlar ve bu planlarının her zaman kendi tasarladıkları şekilde gelişmesini beklerler. Bu yüzden de ani gelen bir hastalık veya beklenmedik bir kaza ile karşılaştıklarında bir anda tüm yaşamları alt üst olur. Çünkü kendi yaptıkları planlar içinde hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer vermemişlerdir. Bu yüzden de bu insanlar böyle bir durum oluştuğunda hemen isyankar bir tutum içine girerler. "Niye benim başıma böyle bir olay geldi?" gibi kader gerçeğine son derece ters bir davranış gösterirler. Bu mantıkla hareket eden, dinden uzak insanlar için bir hastalık veya kaza anında tevekkül etmek ya da karşılaştıkları olaya hayır gözüyle bakmak mümkün değildir. Kader gerçeğini kavrayamamış olan bu insanlar, başlarına gelen bir hastalığın sebebi olarak yalnızca virüsleri veya mikropları görürler. Yine aynı şekilde bir trafik kazası geçirdiklerinde, bunun tek sebebinin kötü araba kullanan bir insan olduğunu zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Hastalığa sebep olan her mikroorganizma, veya insana zarar veren her araç, her insan Allah'ın sebep olarak yarattığı varlıklardır. Ve bu varlıkların hiçbiri başıboş değildir; tümü ancak ve ancak Allah'ın kontrolü ile hareket etmektedirler. Çünkü kader bir bütün olarak yaratılır. Ve sonsuz kudret sahibi Allah'a teslim olan, O'nun sonsuz Aklına ve Rahmetine güvenip dayanan insan için hastalık da, kaza da, musibet de sonu hayırla bitecek geçici imtihanlardır. Önemli olan, Allah'a iman eden, O'nun yaratmış olduğu kadere teslim olan insanların bu tür zorluk ve hastalık anlarında gösterecekleri güzel ahlaktır. Hastalıklar ve kazalar, müminlerin sabırlarını ve ahlaklarının güzelliğini gösterebilecekleri bir dönem ve Allah'a yakınlaşmak için çok önemli imtihan ve fırsattır. Allah Kuran'da zorluklar karşısında gösterilecek sabrın önemini bir Kuran ayetinde şöyle belirtir. Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi,35) Oysa ki hastalık insana aciz olduğunu ve Allah'a muhtaç olduğunu hatırlatır।Hastalıkla birlikte sağlıklı olmanın, Allah'ın bir lütfu ve nimeti olduğu daha iyi anlaşılır। İnsan ciddi bir hastalıkta dünyanın geçiciliğini, ölümü ve ahireti daha çok düşünür hale gelebilir ve İnsanın Allah'a olan duası ve yakınlığı artar. Allah'tan gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilir. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir.

(Alıntı)

22 Şubat 2008 Cuma

HARELER


Gözleri harelendimi; bakmazdım gözlerine
Bilirdim ki başkaları var bakışlarında,

Usanırdım onsuzluğumdan ve onun bensizliğinden
Uzaklaşır, kendi içime döner, sessizliği yaşardım

Ne zamanki usanır etrafındakilerden
Bir merhaba deyiverirdi bazen,

Ne kadar uzaklaşmıssa ruhum
Işık hızıyla yaklaşırdı birden,

O gün mutlu olurdum, ertesi gün de
Niye neşesiz olduğumu söylemediğim gibi
Mutluluğumun nedenini de anlatmazdım


Nilüfer Çiçeği-22.02.2008

21 Şubat 2008 Perşembe

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.

- Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:

'Kabak aşağı, kabak yukarı.'

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

- Vallahi gücenmedim ona। Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

Alıntı

20 Şubat 2008 Çarşamba


Güzel anıları saklamanın en iyi yolu onları yenileriyle tazelemektir.

Francis Bacon

19 Şubat 2008 Salı


Bir ortamda disiplini sağlamak için ille de kişilerin korkmaları gerekmiyor. O Ortamdaki davranışı düzenleyecek, paylaşılan değerlerin olması da, ortama disiplin getirebiliyor.

Doğan CÜCELOĞLU-SAVAŞÇI Kitabından

18 Şubat 2008 Pazartesi


BASİT ŞEYLERİ GÖRMENİN PEK ÇOK YOLU VARDIR

DAVİNCİ Şifresi-Dan Brown

14 Şubat 2008 Perşembe

Sevgilisi olanın olmayanın,
Olup da yok gibi olanın,
Yok da var gibi olanın,
Olmayıp da çok isteyenin,
Oluyor da ne oluyor diyenin,
Olduğu için çok mutlu olanın,
Olmadığı için çok mutlu olanın,
Onsuz olamayanın,
Onunla hiç olamayanın,
Herşeye rağmen yüreğinde her
daim aşka
yer olanın,
O zaman kısacası herkesin,
sevgililer günü kutlu olsun,
Sevgi hep sizinle olsun, yüreğinizde
aşka
hep yer olsun.
Yüzünüzden gülücükler, kalbinizden
kelebekler eksik olmasın…

(alıntı)

12 Şubat 2008 Salı

YER BULAMAMAK


Nicedir hayatımızda sevgiye yer bulamadığımızı düşündüm. Bize sevgiyi anlatan bir olayı haber yapamıyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir kişiyi dinlemiyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir duyguyu görmüyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir yazı yazmıyoruz, böyle bir yazıyı okumuyoruz.
Bir Polanya filminde Nazi dönemi anlatılıyordu. Nazi komutanı güzel bir evi komutanlık merkezi yapmıştı.Evin güzel sahibesi üst kata çıkmıştı ve az görünüyordu.Komutan bu kadına âşık olduğunu anladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Madam, aşkımız beni zayıf düşürüyor.
- Hayır komutan, sevginiz sizi insan yapıyor.
İnsan ruhu da doğanın bir parçasıdır ve doğa gibi boşluk kabul etmez. İçinde sevgiyi barındıramayan insan nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır.
Nefret etmeden birine kötülük yapamazsınız.
Nefret etmeden birini öldüremezsiniz.
Nefreti içinde barındırmak isteyen insan önce kendisinden nefret etmek zorundadır.
İçinde nefreti yaşatan insan yüreğindeki sevgiyi kovmuştur. Artık onu bulması çok zordur ve bunun ağır bedelini ödeyecektir.
Sevgisizlik ağır bir yüktür ve insan bundan kurtulmak için çok kötü şeyler yapar.

Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.
Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.
Bağımlılık sevgi değildir,gereksinmen in karşılanmasıdır.
Sevgi, değer vermesini bilmektir.
Sevgi,yaşama hakkını kabul etmektir.
Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.
Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır.
Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdı r.
Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.
Sevgi, bilinçtir.
Sevgi, insan olmaktır.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine parayı koyduk.
Para için yaşıyoruz, para için eğitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalışıyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.

Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine üstün olmayı koyduk.
Üstün olmak için yaşıyoruz, üstün olmak için yarışıyoruz, üstün olmak için kendimizden başkasının aşağı olmasına çalışıyoruz.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve nefreti içimize çağırdık.
Birbirimizden nefret ediyoruz nefretle yaşıyoruz, nefretle çalışıyoruz, nefretle dövüşüyoruz, nefretle öldürüyoruz.
Para, üstün olmak ve nefret etmek hayatımızı dolduruyor.
Hayatımız da savaşlarla, dünyayı yağmalamakla, birbirimizi boğazlamakla geçiyor.
Sevginiz olmadıktan sonra daha çok paranız olsa, daha üstün olsanız, daha çok toprağınız, eviniz arabanız, malınız olsa ne olur?

Sevginiz yok ve hiç bir şeyiniz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur

(Alıntı)

11 Şubat 2008 Pazartesi

BAŞARI,



Başarı,
Çok ve sık gülmek,
Çocukların sevgisini ve akıllı insanların saygısını kazanmak,
İçtenlikli eleştirilerin kıymetinin anlamak ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek,
Güzeli anlamak,
Başkalarında en iyiyi bulmak,
Sağlıklı bir çocukla, güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla biraz daha iyi bir dünya bırakabilmek,
Hatta tek bir kişi bile olsa, birilerinin siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmektir...

Emerson

9 Şubat 2008 Cumartesi

BEN SEN


Birisi, sevgilisinin kapısına gelip kapıyı çaldı. Sevgilisi, "kapıyı çalan kim? deyince, "Benim" diye cevap verdi. Sevgilisi, "Git, senin içeri girme zamanın değildir. Böyle manevi nimetler sofrasında, ham kişinin yerin olamaz. Ham kişiyi, ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir? Nifaktan, iki yüzlülükten onu ne kurtarabilir?" dedi.

O zavallı adam kapıdan döndü, tam bir yıl sevgilisinin ayrılığıyla yanıp yakıldı. Ayrılık ateşiyle yanıp pişerek tekrar döndü, geldi, sevgilisinin evinin etrafında yine dolaşmaya başladı. Kapıya vardığında, ağzından sevgiliyi incitecek bir söz çıkmasın diye yüzlerce korkuyla, edepli edepli kapının halkasını çaldı. Sevgilisi içerden, "Kim o? deyince, "Ey gönlümü alan sevgili! Kapıdaki de sensin" diye cevap verdi. Sevgilisi, "Mademki şimdi sen bensin, ey ben, gel içeri gir! Bu ev dardır, iki kişi sığmıyor" dedi.

İğneye geçirilecek iplik, iki ayrı iplik olursa, ucu çatallaşır da iğneden geçmez. Mademki sen birsin, gel bu iğneden geç!

Mevlana'dan düşündüren hikayeler-Şaban Karaköse

5 Şubat 2008 Salı

... ÖLÜM

BİR AYRILIK, BİR YOKSULLUK, BİR ÖLÜM

Karacaoğlan'ın dizelerindeki acı, zaman zaman hepimizin kapısını çalıyor, gelin girmedik ev olurmuş da, ölüm girmedik ev olmazmış,

Bir büyüğümüzü, ağabeyimizi kaybettik, ailesine ve gönül dostlarına baş sağlığı dilerim.

Ne zormuş, birlikte mutlu olunan, paylaşılan anları sizi mutlu etmek için çırpınan insanın yokluğunda anmak,

Kültür Bakanlığında uzun yıllar çalışmış, ve uzun süre de tur hazırlayıp, konuklarını evine gelmiş nadide insanlar olarak kabul edip, onları mutlu etmek için üretken akılcılığını kullanan bir insan...

Kendisiyle bir arkadaş vasıtasıyla tanışmıştık. Turizm tur operatörlüğünü severek yapıyordu. İlk gezisine katıldıktan sonra kendisinin diğer tur operatörlerinden farklı olduğunu anlamış, tekrar kendisiyle turlarda görüşmek dileğiyle ayrılmıştık.

Her Bahar İstanbul'a tur yapardı. Ben ve arkadaşım da bu tura katılmak istedik, babam da heveslendi. Annem de bizi yolcu etmek üzere gelmişti. Ve rahatsızlığı nedeniyle geziye gelemeyecekti. Tufan bey annesini çok severmiş, onun ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılar, duasını alırmış. Annemi de gördü. Elini öptükten sonra sohbet etti, kardeşimlerde kalacağını geziye gelemeyeceğini öğrenince "ben seni ellerimle götürür, orda da istediğin gibi rahat etmeni sağlarım" diye annemi de tur otobüsüne yerleştirdi. Hareket kısıtlılığı olduğundan annem hep hayatını kısıtlardı.
Tufan bey yolda anneme gerekli özeni gösterdiği gibi otelde de gereken rahatı sağladı. Biz gençler hoplaya zıplaya geziyor, babam ve annem arkadan bize yetişmeye çalışıyor, ara sıra tufan bey, koluna girip "hadi annem geldik" diye moral veriyordu. İstanbulun eşsiz mekanlarını birlikte gezdik, topkapı sarayı, eyüp sultan, ayasofya, polonezköy, annemi uzun süre böyle mutlu görmemiştim. Vapurla Anadolu yakasına geçtik, balık yeyip geri döndük. O balık ne benim aklımdan çıktı. Ne de annemin. Ne zaman da o gezi aklına gelse Tufan beye dua edip "Allah onu mutlu etsin, ne iyi insanmış ki, benim gözlerimdeki mahsunluğu görüp geziye davet etmekle kalmayıp, büyük ilgi ve destekle beni geziye götürdü, beni mutlu etti o da mutlu olsun" der.

İşini iyi yapmakla kalmayıp, her geziye götürdüğü yolcusuyla şeklen değil, gönülden ilgilenen bu dostla Karadeniz gezisine gittik, hem gezdirdiği yerleri tarihleriyle ve coğrafyasıyla bizlere anlattı, hem de 8 yıldır bu yöreyi tanıdığı için edindiği dostlar sayesinde bizleri orada mutlu etmeyi başardı. Osmanlı köyü diye bilinen köyde bir ev bizi (16 kişi) konuk aldı. Çay ve şömine sobada pişirdikleri mısırları ikram ettiler. Eğer grubumuz müsait olsaydı o gün bir de kına gecesine kalacaktık. Ne zaman tur götürse o yörenin geleneksel törenlerine grubunu da götürürmüş.

Karadeniz turumuzda yörenin önde gelen yemeklerini bize tattırdı. Trabzon sümela'ya bütün turların genelde araba ile çıktıkları yüksek tepeye biz dağ yolundan büyük bir macerayla tırmandık, kaçkarlardan akıp gelen soğuk sulara eğilip içtik, çay bahçelerinden çay topladık, küfe taşıdık, mısır öğüttük, başımıza pullu belimize çeşan bağladık. Çağlayan akarsuların üzerinde vara-geller ile karşıya geçtik, yaşadığımız beton şehirden ve alışılmış düzenimizden ayrı rüyalarımızda göreceğimiz aktiviteler yaşadık.

Gezilerimize ait günlük tutmamızı öğütlemesinde, yaşamadığımız nice güzellikleri fark etmemizi sağlamasında, insanı sevmesi, işini sevmesi ve en güzel ve iyi işi çıkarmasının büyük katkısı vardı.

Eveet, nice anlattığım bu dostu kaybettik, makamı cennet olsun, günahları af olsun. Kendisini her zaman iyilikle yad edeceğiz.

nilufercicegi-05.02.2008


3 Şubat 2008 Pazar

AH BU BEN;


Öyle zamanlarım oldu ki, mutluluğun pırıltılarını taşıdım üstümde, ama öyle zamanlarım da oldu ki hüznün kuşlarını uçurdum üzerimden. Bazen hüzünlü şarkılar dinledim, bunlar bana iyi geldi.

Zaman geçti, dönüp baktım yaptıklarıma "niye yapmışım bunları" dedim. Bir kararda durmak ne mümkün. Birkaç yıl önceki beni beğenmiyorum. İnsanoğlu bir gelişme aşaması geçiriyor.

İnsanları kurallara uyma konusunda yargılardım eskiden olsa, oysa bugün yargılamadan önce düşünüyorum. "acaba o insan şu kuralı çiğnerken ne düşündü, ya da hayat şartları onu nasıl o hale getirdi" diye,

Empati yapmak mı bilmiyorum ama, olgunlaşmanın verdiği bir akılcılık olduğunu zannediyorum. Bir filozof "... korkmayın, hayatın hepsi bir denemedir" diyordu. Önce doğru'yu öğrenmek istedim. Ama yanlışı da öğrenecektim. Birbiri arasındaki farkı anlamak için,

Doğru işler yaptım, yanlış işler de yaptım, sonra yanlışı fark edemedim. Yanlışı fark edenler uyardı. Çok mutlu oldum. Eleştirisiz bir hayat beni ne kadar monoton yapmış meğer,

Eleştiri kardeşlerim varoldukları için şükrediyorum. Ve onları çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Yanlış ile doğru arasındaki farkı çimdikleyerek bana öğrettikleri için...

Yanlış yaptığımda eleştiren bu güzel insanların, doğru işler yaptığımda da beni desteklemelerini istiyorum.

Daralmış dünyamın kapılarını açan, beni benzerlik'ten uzaklaştıran, kendime gelmemi sağlayan üstelik bunu çarpıcı ama kırıcı olmayan bir dille yansıtan duyarlı insanlar varmış meğer,

Bile bile yanlış yapmak istemesem de zaman zaman tembellik tüneline girdiğim de olmuyor değil, içimden geçenleri kendi dilimden anlatmak yerine, bir hikayeden yardım alıyorum, sizlerle bir maili paylaşıyorum, bazen kimden ve nerden geldiğini bilmeden,

Araştırıcı kişiliğimi köreltip, edebi tarafımı kuytulayıp, anlatacaklarımı o sıralarda ruhumda hissettiklerimin benzer anlatılarını bulduğumda paylaşmaya çalışıyordum.

Beni öznellikten ve benzersilikten uzaklaştırıyormuşum bilmeden,

Anlayabilmem için de bir dost'un "hele bir kendine gel" sözlerini duymam gerekiyormuş. İnsanın (isimsiz) dostları olur mu? demeyin,

Oluyormuş işte, artık benim var. Madem dostum oldu, isimsiz yorumlarını bekliyorum artık...

YOKSA O "SİZ" MİSİNİZ? SEVGİLİ DOSTUM

Üstelik -alıntı- değil ben kendim yazdım.

nilüfercicegi-03 Şubat 2008-22.44

1 Şubat 2008 Cuma

NE YÖNE

BATAKLIĞA GÜL YARAŞMAZ…
Yüce Allah insanı yaratırken çok sevdi...
Öyle sevdi ki meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi.
Melekler ise serzeniş de bulundular: “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” dediler.

Kadir-i Mutlak biliyordu onun kan dökeceğini, ama güveniyordu.
“Sonunda özüne dönecek” diyordu.
Öyle güzel yarattı ki insanoğlunu “Yarattıklarımın en güzeli, eşref-i mahlûk” dedi.
Onu öyle sevdi ki, insanoğlunun gönlünde kendine yer edindi...
İnsanoğlunu dünyaya gönderirken bir amacı bir gayesi vardı.
Tekâmül edecek, her yarattığı gibi o da tekâmül edecek, bilgilenecek gayret gösterecek; sınanacak, sınav verecekti...

Yarattıklarının içinde bir güldü insanoğlu.
Ona en güzel mertebeler verilmişti.
Her şey onun emrine sunulmuştu.
Binlerce nimetle şereflenirken insanoğlu nelerle imtihan olacaktı?

Yüce Allah insanın ruhunu yaratırken ruhun yanına nefs denen imtihan aracını da koymuştu.
Etrafıyla sınanırken içindeki nefsiyle de sınanıyordu.
Nefs dünyayı sevdirmişti ona, hep “Ben” diyordu “Biz” demek zor geliyordu; ama öğrenecekti.

İnsanoğlunun içindeki çatışma, nefsiyle ruhunun karşılıklı mücadelesiydi.
İnsan mutlu olamıyordu “Neden olamıyorum?” diye soruyordu kendine.
Cevap ondaydı, nefsine kul olup egolarına yeniliyordu.
Nefs, insanın gül bahçesi olan gönlünü madde sevgisi ile örtmüştü.
Gönlünün güzelliklerini yaşayamayan insan mutlu değildi.

Madde sevgisi onu sadece oyalıyordu.
Yüce Yaradan bunu istememişti.
Yarattığı arzı, yarattığı insanı, hep pozitif yükleyerek yaratmıştı.
Onu uzaklara atarken en güzel şekilde yarattığı dünyayı emrine veriyor “İnsana hizmet edin!” diyordu.

Yaradan “Başarman gerek!” diyordu.
“Zorları kolay etmek için gönlüne yönel, ben oradayım, aç gönlünün kapısını; sen gülsün gir hazırladığım gönül bahçesine!”

Peygamberler gönderdi yollarına ışık olsun diye..
Kitaplar gönderdi yaşamlarına rehber olsun diye..
“Haydi!” diyordu Yüce Yaradan “Gayret et, gönlünün sesini dinle, nefsinin sesini dinleyip kendini dünyaya bırakma!”

Öylesine kaptırmıştı ki duymuyordu, hep kolayı seçiyor, hep güzeli yaşamak istiyordu.Oysa olay insan için kayıptı..
"Sana kul olacağım" diye söz verirken Rabbine Elestü'de.. dünyayı görünce hepsini unutmuştu bir, bir..

Zaman geçtikçe egolarıyla benlikleriyle, güzelim dünyayı bataklığa çevirmişti.
Yüce Yaradan sesleniyordu sevdiği halifesine “Bataklıkta gül yakışmaz, gel bana ulaş, kır nefsinin zincirini; ben sendeyim, gönlündeyim.
Seni uzaklara atarken yalnız bırakmadım, seni sevgimle yarattım, merhametimle kucakladım, affımla şereflendirdim.
Sevgimle vuslat ol, seni yarattığım gibi gül ol, özündeki gibi tertemiz olarak bana dön!” Sesleniyordu Yüce Yaradan sabırla, sevgiyle kullarına her an.

İnsanoğlu neden bilmez kendinin kıymetini, Rabbinin yanında ne kadar çok sevildiğini; ya Hakk yoluna girer kendini halife eder ya şer yolunda gider bataklık da helak olur...
Kaybolur.

Alıntı