31 Aralık 2007 Pazartesi

YENİ YIL

Çeşitli koşturmacalarıyla, mutluluğuyla, hastalığıyla sağlığıyla, hüznüyle sevinciyle bir yılı daha kattık eski yıllar tombalasına.

Yeni deyince aklıma hep umut, sevinç sürpriz, dostluk, arkadaşlık ve paylaşmak geliyor. Her yeni, umutla sevinçle gelsin, gelsin de paylaşalım insanlık adına ne varsa. Yalnız iyileri değil, sıkıntıları, hüzünleri, yoksullukları da paylaşalım ki kalmasın sahibinde.

Tek kişilik şehir, cumartesi günü tiyatroya gittim. Güncel bir konuyu anlatıyordu oyun. Teknoloji hayatımıza geldi geleli, insanların evlerine kapandıkları, sosyal olmaktan uzaklaştıkları ve sonuçta takıntıları gelişmiş bireyler ortaya çıktığı sergilendi. Yıllarca bilgisayar ekranından yazışmış ve birbirlerine hayatlarıyla ilgili birçok özelliği anlatmış insanlar karşı karşıya gelmekten korkuyorlar, komşu komşusunun yüzüne bakmıyor, uzaklara tatile gidiyorlar. Orda tanışıyorlar ki kapı komşularıymış, birbirlerinden çok hoşlanıp görüşmeye karar veriyorlar. Döndüklerinde yine birbirleriyle ilgilenmiyorlar. Yalnızlık ne kadar rahat geliyor ise bir süre sonra da o kadar üstüne geliyor insanların. Nihayet oyuncunun sadece soğuktan korunmak için girdiği restoranda kendisiyle konuşan garsona, hayatının alım-satım işleriyle geçtiğini anlatıyor. Uçak alıyor, Yat satıyor. Ama bunların kendisini mutlu etmediğini anlamıyor, her konuya ne kadar para kazanabilirim diye bakıyor. Yalnızlığını da şöyle anlatıyor "kendimi gıdıklayamıyorum biliyor musunuz diyor." Evde biri olsa da beni gıdıklasa da gülsem.

Üzücü değil mi!

Göz göze bakmayı unutmuşlar, iki çift söz söyleyemiyorlar birbirlerine, güven kaybolmuş, tedirginlik uzayıp gidiyor. İnsan olmanın verdiği özellikleri kullanamayan bireyler sonunda çeşitli umutsuzluklara düşüyorlar. Zamanla teknoloji onları mutlu etmez oluyor. Mutluluk deyince hep eskiyi, anne babalarının genç oldukları ve kendilerinin çocuk oldukları zaman akıllarına geliyor.

Bu kadar zor olmaması lazım. Böyle bir zincir oluştuysa kırmalıyız bu zincirleri, hepimiz aynı bahçenin çiçekleriyiz, niye yalnız yaşamak. Dostlukları pekiştirmek için içten olalım. Sevincimizi paylaşalım, hüzne ortak olalım. Karşımızdakinin gözlerine bakalım. Sıkıntısı varsa anlayabilelim sıkıntısını,
yaşlı teyzem, kaliteli bir insanı anlatırken "gözleriyle konuşuyor" derdi. Güven oluşturmalı, verdiğimiz sözleri tutmalı böylece karşımızdakine değer verdiğimizi belirtmeliyiz.

Hepimiz güzel ruhlar taşıyoruz bedenlerimizde. Ruhlarımızın sosyalleşmeye ihtiyaçları var. Dinleyebilen, konuşabilen, aklıyla uzlaşabilen insanlar olarak yaratıldık. Yaratılmışların en gözdesiyiz, kullanalım bize verilmiş güzellikleri, ahlaklı yaşayalım ki hem özgüvenimiz sağlam olsun. Hem geçmişe hem de geleceğe gülümseyerek bakabilelim.

İşte böyle, yeni yıl dediğimde aklıma hep yaptıklarım-yapmadıklarım gelir. Muhasebe zamanı. Yaptıklarımdan pişman değilsem bile, şöyle yaşasaydım dediğim de olur.

Gelin BU YENİ YIL mutlu olacağımız, herkesin sağlığını isteyerek, birbirimizin artısını-eksisini kabul edip geliştirecek şekilde yaşayalım.
MUTLU YILLAR

28 Aralık 2007 Cuma

"BAYRAM'DA HACI BAYRAM"

İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velînin adı Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram-ı Veli'dir. Ankara'nın feyz kaynağı olan kabri ve türbesi, Hacı Bayram Câmii kıblesinde ziyâretgah olarak Hakk rahmetini uman gönüllere açıktır.

Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. İlim alanındaki gelişmelerine rağmen ruhunun sıkıntılarından kurtulmak istercesine bir alime ihtiyaç duyuyordu.

Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve; "Ben Şücâ-i Karamânî'yim. Kayseri'den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var." dedi. "Beni Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; "Git Engürü'de (Ankara'da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek..." dedi.

Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez; "Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim." diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gittiler. Kayseri'de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a Bayram lakabını verdi.

Fatih Sultan Mehmet Han'ın öğretmeni olan Akşemseddin'i Hacı Bayram Veli yetiştirmiş, ömrünün sonuna kadar da birçok öğrencisi olmuştur.

Hacı Bayram-ı Velî kendisinden nasihat isteyen Fatih Sultan Mehmet Han'ın babası Sultan Murâd Hana şöyle dedi:

"Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun. İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme. Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı beseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler.

"Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster. Hiçbir kimesye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."

Ankara'da yetişmiş bu alimin türbesini ziyaret etmek istenirse, Ulus Hükümet Caddesinden ilerlediğinizde Ankara Vali Konağının doğusunda çevresindeki geniş alanla kendini fark ettiriyor.

6'ncı yüzyıldan kalma kalıntılar karşılıyor önce sizi,
Biraz ilerleyince Hacı Bayram Veli Cami ve sağındaki türbeyi görüyorsunuz.
Sağ tarafta güvercin yemleme yerleri var,


















Sol tarafa da bakarsanız, çarşıyı görürsünüz, hac malzemeleri, dini kitaplar, seccadeler, örtüler, kokular, otantik kıyafetler,
Bayramda başka bir telaşlı ve daha kalabalık, Hacı Bayram'da bayramı yaşamak insanlarda töre olmuş, bayramda çocuklarıyla orada olmak onlara huzur veriyor. Esnafında yüzü gülüyor bu günlerde.

Gezme konusunda ufkunuz genişse daha çok yer var gezecek,

sağlıcakla...

26 Aralık 2007 Çarşamba

Allah her canlıya layık olduğu cevheri verdi. Eğer tırtıl iki diş bulabilseydi tüm ormanı yerdi. Kedi de haftata bir uçabilseydi ormanda kuş kalmazdı.

20 Aralık 2007 Perşembe

BAYRAM TADINDA


Bayram Tadında bayramlar diliyorum, hani şu büyüklerin ellerinin öpüldüğü, çocukların sevindirildiği, çocukların bir yığın olup ev-ev, kapı-kapı şeker toplamaya çıktıkları ve bazı evlerden ellerinde mendiller, plastik toplar, sakızlar ve şekerlemelerle dönüp geldiği ve o günü mutlu geçirdiği,

Komşulara ziyarete gidildiği ve her gittiğin evde kurban eti ikram edildiği, bu kadar ilgi alakadan sonra komşu çocuklarıyla birbirimizi kardeş sanışımız...

Çok uzaklarda değildi bunlar, şimdi yok gibi, yada şekil değiştirdi. İnsanlar daha bireysel yaşar oldular. Bir düşünür demiş ki, "Hayal ettiğin yerler asla yok olmazlar" Evet ben de hayal ediyorum. O günler şimdi varmış gibi, şu an ve gelecek yıl da yaşayacakmışız gibi. Dedim ya "BAYRAM TADINDA".

Bayram tadında cıvıl cıvıl mutluluklar, herkese sağlık sıhhat, başarı, sevinç ve neşe diliyorum. Bayramınız kutlu olsun.

Nilüfer Çiceği

17 Aralık 2007 Pazartesi

DOSTLUK



Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.
Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin.
Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin.
O gider, bu gider, şu gider, dostluk,
Sen yanıbaşımızda kalırsın.

Nazım Hikmet RAN

16 Aralık 2007 Pazar

HAYYAM



Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.

Ömer Hayyam

10 Aralık 2007 Pazartesi

ÖZGÜRLÜĞÜM BENDE KALSIN



İyiyi kötüyü kendim seçebilmeliyim, kimse benim yerime karar vermemeli, hatta fikrini bile söylememeli, her varlığın özgür alanı olmalı ve o özgür alana saygı duymalı herkes.

İstemiyorsam istemiyorum demeliyim, üzüldüysem üzüldüm, mutluysam mutluyum demeliyim.

Bana yakıştırılanı seçmek zorunda değilim, beni mutlu edeni seçmeliyim. Bu herkes için geçerli. Belki bizi sıradanlıktan da korur. Herkes aynı bilindik düzeni yaşarsa ne farkımız kalır birbirimizden. Bir yelpaze görevini yapabilmek için tüm parçalarına ihtiyaç duyar. Her parçası ayrı renk bir yelpaze düşünün, her biri birbirinden renkli, ama birbirinden ayrı değil, birbirleriyle tutunmuşlukları hepsinin faydasına, ne muhteşem bir görüntü, ve ne faydalı bir iş.

Değişik olma fikri birçoğumuza aykırı gelir, ama ben uzun zamandır, farklı olanı aynı olanlardan daha çok seviyorum. Kendinden olduğu için,

Toplum yargıları vardır, aynı kuralları uygular, aynı evet'lere evet der, kendine benzemeyenleri kendinden saymazlar. Birlikte hareket eden, aynı hayatı paylaşan, aynı yollardan geçen ve birbirinin benzeri hayatları yaşayan.

Değişim rüzgarı insanların üzerine soğuk eser çoğunlukla, tedirgin olur insanlar yeniliklerden, düzenlerinin bozulmasından, gelenin gideni aratmasından,

Korkularımız olmasa ne umulmadık yenilikler yaparız kim bilir. Sınırları kendimiz çizip, sonra da bu sınırlardan çıkamadığımızdan yakınırız, bir an da durup sormayız kendimize bu sınırlar nedir, nerden geldi diye.

İnsan yeniliklerin, farklılıkların peşine düştümü bir defa, aklından o sınırdan bir an önce çıkmak, bütün bilinmedik farklılıkları keşfedip hayatına uygulamak istiyor. Ne kadar içten ve doğal bir istek.

Gelin kendi çizdiğimiz sınırları silelim şimdi. Tamamen de kuraldışı yaşamak değil dileğim, yalnız beynimizin içindeki sınırlamalara dur demek.

Hani bir söz vardır. "Yaşamak için yemek mi?, Yemek için yaşamak mı?" Yaşamak için yemeyi seçersek, bence bu dünyadan çoğunu almak bencilliği yerine, yeteri kadarını almak ve kalanını vermek fiili gerçekleşecek.

Düşüncelerdeki sınırları sildik, az ile mutlu olmayı öğrendik, eee ne kaldı o zaman yapacak.

Elbette yeni fikirler ve yeni fikirleri hayata geçirmek. Bu ihtiyacımız olmadığı halde bazı eşyalarımızı ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak fikri olabilir, bir gün yaşlılar yurdunu ziyaret olabilir. Bir gün ördüğümüz bir atkıyı kimsesiz bir çocuğun boynuna dolamak olabilir. Bir düşününce yapabileceğimiz olumlu onlarca iş var.

Hadi ne duruyoruz başlayıverelim sevdiğimiz bir işin ucundan...

Mutlulukla kalın,


9 Aralık 2007 Pazar

olmayan hile ile olmaz hiç



Olmayan, hile ile olmaz hiç,
Olan olur ancak.
Olacak ta vaktinde olur,
Cahil olanın işi ne zordur!

Anonim

7 Aralık 2007 Cuma

-Hayyam-

Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi;
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir, ne kendini

Ömer Hayyam

6 Aralık 2007 Perşembe

"küçük prens"

Küçük Prens
Antoine de Saint Exupery (1900-1944)
(Fransız Pilot ve yazar)

Okura yaşamdaki en iyi şeylerin en basit şeyler olduğunu, gerçek zenginliğin başkalarına birşeyler verebilmek anlamına geldiğini hatırlatan BÜYÜKLER İÇİN yazılmış bir ÇOCUK MASALI'dır.

Baş ucu kitaplarımdan biri olan "KÜÇÜK PRENS" kitabından beni etkileyen bir bölüm yazıyorum şimdi size...


Küçük Prens tilkiye rastladı ona oynayalım dedi. O da ben seninle oynayamam evcil değilim dedi.
Tilki : Sen bugün benim için binlerce küçük çocuk arasında bir çocuksun, seninle bir alışverişim yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Ben de senin için binlerce tilki arasında bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize bağlanırız, benim sana, senin de bana ihtiyacın olur. Ben senin için dünyada biricik tilki, sen de benim için dünyada biricik çocuk olursun.

- Anlamaya başlıyorum, dedi küçük prens Bir çiçek var... O beni evcilleştirdi, sanıyorum.

Tilki : Tavukların hepsi birbirine benzer. Ama beni evcilleştirirsen, hayatım aydınlanmış gibi olur. Hiç kimseninkine benzemeyen bir ayak sesi tanımış olurum. İnsanların ayak sesi beni ürkütür; duyar duymaz, toprak altına sığınırım. Senin ayak sesin ise, tatlı bir türkü gibi, beni toprak altındaki deliğimden çıkaracak. Sonra bak, orada buğday tarlalarını görüyor musun? Ekmek yemediğimden, buğdayın benim için değeri yoktur. Buğday tarlası bana hiçbirşey hatırlatmaz. Yazık değil mi? Ama senin saçların buğday sarısı. Beni evcilleştirdiğin zaman, ne güzel olacak, buğday bana senin saçının rengini hatırlatacak. Buğday tarlasında esen rüzgarın sesini de seveceğim.

- Küçük Prens, seni evcilleştiririm ama çok vaktim yok. Dostlar edinmeliyim, birçok şeyler öğrenmeliyim.

Tilki : - Yalnız evcilleştirdiğin şeyi öğrenebilirsin. İnsanlar öğrenmek için vakit bulamaz oldular. Satıcılardan her şeyi hazır satın alıyorlar. Dost satan satıcı olmadığı için de, dostsuz kalıyorlardı. Bir dost istiyorsan, beni evcilleştir.

-küçük prens;

-seni evcilleştirmek için, ne yapmalıyım? diye sordu.

Tilki, Sabırlı olmalısın. Önce çayırda benden biraz ötede otur. Ben seni yandan şöyle bir süzüveririm. Sen de birşey söylemezsin, konuşmak birçok anlaşmazlıklara yol açar. Her gün biraz daha yakın oturursun bana...

Küçük Prens ertesi gün yine geldi.

Tilki: -Keşke aynı saatte gelseydin, dedi. Her gün aşkam dörtte gelirsen, saat üçte sevinmeğe başlarım. Vakit geçtikçe, mutluluğum artar. Tam dörtte heyecanlanmağa, merak etmeğe başlarım. Böylece mutluluğun değerini anlarım. Ama her gün başka saatte gelirsen, seni karşılamak için, ne zaman "yüreğimi hazırlayacağımı" bilemem.. Töre lazım insana.

- Küçük Prens:
-Töre nedir? diye sordu:

Tilki:
-Töre de unutuldu gitti. Bir günün öbür günlerden, bir saatin öbür saatlerden farklı olması için töre lazım.

Küçük prens tilki'den ayrılırken Tilki ah etti ve ağlayacağını bildirdi.

-Küçük Prens de beni evcilleştir diye sen istedin söyle ne kazandın dedi Oda -
- Çok kazandım, dedi. Buğdayın rengini bir düşün. Sonra da-Git, bir daha gülleri gör. Onlara bakarken, senin gülünün dünyada biricik olduğunu anlayacaksın.

-Küçük Prens;
-Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz. Siz hiçsiniz, dedi. Kimse sizi evcilleştirmedi, siz de kimseyi evcilleştirmediniz. Benim tilkim gibisiniz. Eskiden oda binlerce tilki arasında bir tilkiydi. Ama ben onu dost edindim, şimdi dünyada biriciktir. Güzelsiniz ama boşsunuz, kimse size canını feda etmez. Rasgele biri benim gülümü görse size benziyor sanır. Ama o tek başına sizin hepinize bedeldir. Çünkü ben onu suladım, cam şişeyle örttüm, parmaklıklarla korudum. Onun uğruna tırtılları öldürdüm (ama hepsini değil, tabii, iki üç tanesini bıraktım, kelebek olsunlar) Onun övünmelerini, dert yanmalarını, ikide bir susmalarını dinledim çünkü o benim gülümdür.

Sonra tilkinin yanına döndü:

-Hoşçakal dedi.

-Güle güle git. Sırrımı sana söyleyeyim, çok basit: İnsan en iyi gönül gözüyle görür. İç yüzünü göz sezemez, gönül sezer. Gülünün değeri ona verdiğin emekle ölçülür. Evcilleştirdiğin her şeyden sorumlusun, ömrünün sonuna kadar. Gülünden sorumlusun...

-Küçük Prens, yıldızlar görülmeyen bir çiçek yüzünden güzeldir dedi.

-Evet, dedim küçük prens'e , ev olsun, yıldız olsun, çöl olsun, güzelliği gözle görülmez, bir sır gibi içinde saklıdır.

-Küçük Prens uyudu kollarımda ve ben "Bu gördüğüm bir kabuktur sadece, en önemlisi gözle görülmez..." diye düşünüyordum. Kollarımda taşıdığım bu küçük varlık bana neden bu kadar heyecan veriyor, diye düşünüyordum. Bu çocuk bir çiçeğe sadıktı, çiçeğin imgesi uyuduğu zaman bile, içinde bir alev gibi parlıyor. Küçük prensin bir alev kadar geçici olduğunu seziyordum.






"ODUR ANCAK"

" Neyin üstüne titriyorsan bil ki değerin,
odur ancak;
İşte bu yüzdendir ki aşık'ın gönlü,
Arş'tan da üstündür ... "

Mevlana "Divan-ı Kebir"