6 Aralık 2008 Cumartesi

BAŞKA BİR DÜNYA İSTANBUL




Ara sıra gitmek istediğiniz yerler vardır hani, gittiğinizde ruhunuz dinlenir, yenilenirsiniz.

İstanbul da benim için öyle, boğazı görmek, belki bir vapur gezintisi, belki deniz kenarında çayla simit, belki sultanahmette köfte.

Ne zaman bir vesile ile gitsem bir güzel köşesini görürüm. Bu defa da Dolmabahçe sarayını gördüm.

Denizin kıyısında eriyiverecekmiş gibi beyaz ve narin duran bu büyük yapı nelere şahitlik etmemiş ki, Osmanlı'nın son zamanlarını görmüş. Ata'mızı uğurlamış ardından. Satenden yapılmış kan kırmızı ayla yıldız bayrağımız örtüyor Atatürk'ün vefat ettiği yatağını. İnsan duygulanıyor görünce.

Karşılıklı birbirlerini ayakta tutarmışcasına Sultanahmet ve Ayasofya da tarihe tanıklık ediyor.
İstanbulu susuz bırakmamış Yerebatan sarnıcı şimdi ışık ve ses gösterileriyle ağırlıyor konuklarını.

Evet başka bir dünya İstanbul, yaşayan bir şehir.

nilüferçiçeği-30.11.2008

23 Kasım 2008 Pazar



Dün akşam bir film izledim. Amelie,
Amelie ailenin tek çocuğu, anne ve babası oldukça kuralcı ve şekilci olduğundan içine kapanık bir çoçuk olarak büyümüş ve annesini 6 yaşında kaybetmiş, büyüyor Amelie ve bir lokantada garson olarak çalışıyor. Hayal dünyası o kadar gelişmiş ki kimseyle konuşmaksızın içinde birçok olayları yaşayıp, mutlu oluyor, bazen hüzünlenip ağlıyor.

Elindeki kolonya kapağı yuvarlanıp duvara çarpıyor, ve kırılan fayansın arkasında bir kutu buluyor. Bir çocuğun siyah beyaz fotoğrafı, minik bisikletli oyuncaklar vs. İçinde bir iyilik yapma içgüdüsüyle bu kutuyu ne pahasına olursa olsun ait olduğu kişiye ulaştırmak istiyor. Apartman sakinlerinden bu evde daha önce oturan insanı bulmak için yardım istiyor. O isimde onlarca insan var, ama yılmıyor Amelie herkesle birebir konuşuyor, kutunun asıl sahibini bulunca kutuyu ona kendini göstermeden bırakıyor. Adam yalnız yaşayan biri, kutuyu açınca çok duygulanıyor, ağlıyor, ve yakınlarında olan Ameli'ye dönüp, benim çok güzel bir çocukluğum geçti gidip kızımı ve torunumu bulacağım ve bundan sonraki yaşamımda onları mutlu etmeye çalışacağım diyor. Amelie de ağlıyor.

Yaptığı iyiliğin karşılığını manevi olarak hisseden amelie bu yönde yaşamaya devam ediyor.

Mesela yaşadığı apartmanda kalan yaşlı ve kemikleri cam gibi kırılabilen ve bu yüzden hiç evinden çıkmayan bir adama konuk oluyor. Adam yirmi yıldır her yıl bir yağlıboya tablo yapıyor. Sanatı konusunda birbirleriyle konuşuyorlar. Arkadaş oluyorlar. Kız adamı hayata karşı motive edecek kısa filmler yolluyor adama.

Manavın bir kolu olmayan özürlü çırağına olan kötü davranışlarını hazmedemiyor. Aynı apartmanda oturuyorlar. Bir gün manavın evinin anahtarının üzerinde olduğunu görüyor. Bir yedek yaptırıyor. Devamlı çırağını yavaş olduğundan şikayet eden manavın evinde minik değişiklikler yapıyor.

Manavın kapı kolunu değiştiriyor. Tokmağı içeri alıyor kolu dışarı, kapalı terliklerini bir numara küçüğü ile değiştiriyor. Odasındaki abajurun elektrik teline bir topluiğne batırıyor. Ve elektrik açılınca patlıyor. İçkisinin içine tuz koyuyor. Manav devamlı uzaktaki annesini telefondaki sabitlediği 1 tuşuna basarak arıyor. O numaraya psikiyatri merkezinin telefonunu kaydediyor. Manav telefonu açınca karşısında psikiyatri merkezini buluyor.

Sonuçta o kendine çok güvenen ve çırağını beğenmeyen adam işini yapamaz oluyor. Tabi çırak işinde mükemmelleşiyor. Herkes de onu çok seviyor. Alış verişler artıyor.

Başka bir dairede kocasına yıllarını vermiş ama ihanete uğramış bir kadının kocasından aldığı eski mektupları okuyor kadın Amelie'ye. Kadının kocası uçak kazasında ölmüş, hem ihaneti kendine yediremiyor. Hem de kocasını seviyor.

Bu kadının da eski mektuplarından kesip biçip yapıştırıp yeni bir mektup yapıyor. Sonra mektubu eskiterek uçak şirketi tarafından kadının evine postalıyor. Mektupta kocanın kadını ne çok sevdiği ve ona yaptıklarından dolayı özürleryer alıyor. Yıllar sonra gelmiş bu mektup kadının bu kısırdöngü hayatından çıkmasını sağlıyor.

Babasına gidip geliyor, babası sabit fikirli bir insan, yıllar önce işinden emekli olurken ona verilen cüce heykelini boyayıp karısının mesarına dikiyor. Kız her defasında babasına seyahat etmesini yeni yerler görmesini söylüyor bunun ona iyi geleceğini bildiriyor Ama adam yerinden kıpırdamıyor. Bir gece babasının kaldığı eve gelip cüceyi annesinin mezarından çalıyor. Adam cüceyi göremeyince bu işe akıl erdiremiyor. Bir süre sonra cücenin Moskova Kızıl meydanda çekilmiş fotoğrafı geliyor babasının eline, bir süre sonra İngiltere Özgürlük anıtı ile, bir süre sonra Amerika, daha sonra İtalya. Baba yine akıl erdiremiyor.

Çöpçatanlık yapıyor bazen.

Takıntıları olan okuldan arkadaşının takıntısını ortaya çıkarıyor. Otomatik fotoğraf çeken kulübesinde yırtılmış fotoğrafları toplayıp kolleksiyon yaptığını görüyor arkadaşının. Yırtılan fotoğraflar aynı kişiye ait, ama fotoğrafları çektirip niye yırtıp attığını çözemiyor arkadaşı. Hayatını bu işi açıklamak için sıkıntıya sokuyor. Amelie bu fotoğrafın sahibini arıyor ve bir gün buluyor. Meğer bu adam bu otomatik fotoğrafhaneler bozulunca gelip tamir eden biriymiş ve test için fotoğrafını çekip yırtıyormuş. Bu takıntıdan da kurtarıyor arkadaşını

Ama amelie yalnızlık çekiyor, evde kek yapacakken hamur kapartma tozunun olmadığını görüyor ve hayalinde arkadaşının ona hamur kabartma tozu aldığını hayal ediyor. Biraz sonra arkadaşı geliyor Amelie kapıyı açmıyor ama arkadaşı tekrar geleceğini söylüyor, aynı binada oturan yaşlı cam kemikli adam da kıza bir kısa film göndermiştir. Fırsatları kaçırmamasını söylüyor. Aslında kendi kendine mutlu olan ve başka kimseye ihtiyacı yokmuş gibi davranan Amelie fikrini değiştirip kapıyı açıyor ve karşısında yalnızlığını paylaşacak arkadaşını buluyor.

Babası uzun seyahatlere çıkıyor, Amelie yaptığı iyilik ve güzelliklerin karşılığını alıyor, Sabrının ve yardımseverliğinin geri dönüşlerini mutlulukla yaşıyor.

9 Kasım 2008 Pazar


Şartlarınızın büyük bir kısmı sadece algıdır. Herhangi bir soru sormaksızın kabul edilmiş, kendi kendinize empoze ettiğiniz sınırlardır. Kutunun içinde kalmak demek, kendi sınırlarınızın içinde kalmak demektir. Bir kuantım atılımı yapabilmeniz için birkaç sınırı aşmanız gerekebilir. Zihninizin aşina olduğu güvenli yerlerden uzaklaşarak daha önc e hiç gitmediği yerlere ulaşabilmesi için esnetilmesi gerekir.

Kuantum Düşünce Yöntemi Kitabından-James J.Mapes

18 Ekim 2008 Cumartesi


Endişe, muazzam bir sters yaratan ve kendi kendine devam edebilen bir döngüdür. Bir endişe savaşına yakalandığınız zaman; yaratıcı ve tedbirli seçimlerin oluşumu duraksar ve bu, kırılması zor bir alışkanlıktır. Peki nasıl durduracaksınız?

Bu durumun bir kez farkına vardıktan sonra, kendinizi endişenin sesinden daha yüksek bir düşünce ya da sesle bastırmaya çalışın. Sadece "Dur!" diye bağırın. Saçma gelebilir ama işe yarar.

Kuantum Düşünce Yöntemi

1 Ekim 2008 Çarşamba


OLASILIĞI GÖREMİYOR OLMANIZ
VAR OLMADIĞI ANLAMINA GELMEZ.

Kuantum Düşünce Yöntemi

23 Eylül 2008 Salı

Alçakgönüllü olun, çünkü dünyadaki en kötü şey sizinle aynı malzameden; kendinize güvenin çünkü yıldızlar da sizinle aynı malzemeden.

Nicholai Velimirovich-St.Sava'nın Yaşamı Kitabından

31 Ağustos 2008 Pazar

RAMAZAN GELDİ


En son geçen yıldı uğurlamıştım, bir yıl geçti ve yine geldi ramazan, yıllar öncesi ramazanı yaşarken fikrimde yerleşenler her yıl yüzeye çıkıp beni aynı duygularla çevreliyor.

Tüm aile iftarı beklerkenki birliktelik,


Sahurdaki telaş, uyumak ve uyanmayı unutmak fikri,


İftara çok az kala fırından alınmış üstü çörek otlu çıtır pideler,


Yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmedeki huzur,


Güllaç,


Dua,


Bereket,


Bayrama hazırlık


Ve Bayram


Yaşanılası anlar sunmuş ramazan bize, birliktelik öyle güzel duyumsanıyor ki, genelde iftar yemeği hazırlarken ve yemek esnasında iftar programlarını izliyorum. İl il hangi dakikada iftar yaptığımızdan tutun da dünyanın bir ucunda da aynı olayların cereyan etmesi bana neşe ve sevinç veriyor.


Düşünüyorum bazen bireysel yaşamak mı insanı mutlu ediyor, yoksa koca bir toplum olarak mı? Diye


İşte bu soruyu “Ramazan ayında Topluca Yaşamak daha mutlu ediyor beni” diye cevaplıyorum.


Umarım tüm aylar birlik ve beraberlik içinde yaşarız. Her güzel şeyi paylaşır, her güzelliği birlikte görürüz…


nilüfer çiçeği – 31.08.2008

20 Ağustos 2008 Çarşamba

kendin olmak

Aşağıda kendiniz olmayla ilgili sıralanmış bazı maddeler var. Çok az insan kendini tam olarak bu listede bulacak, ancak size uyduğuna içtenlikle inandığınız maddeleri işaretlerseniz, kendinizi en açık biçimde ortaya koymuş olursunuz.

1. Lehte veya aleyhte olsun her şart altında dengesini korur.

2. Her zaman duygularını kontrol eder.

3. Üstlendiği her şeyde kendine inanır ve güvenir.

4. Hiç kimse ve hiçbir şeyden asla yakınmaz, şikayet etmez.

5. Kimseyi asla karalamaz ve yargılamaz.

6. Her konuda ve herkese karşı açık fikirlidir.

7. Hiç kimse veya hiçbir şeyden korkmaz.

8. İşlerinde amacı belirlidir.

9. Bir görüşü açıklamadan önce olgulara dayandığından emin olur.

10. Irkçı veya dinsel önyargıları yoktur.

11. Her konuda uzman gibi davranmaya çalışmadan her konuda kendi için düşünür.

12. Kendiyle ve insanlıkla barışıktır.

13. Geçmişi inceleyerek gözlerini geleceğe çevirir.

14. Pozitif tutumunu korur.

15. Suçlarken yavaş, bağışlarken hızlıdır.

16. İnsanlar dürüst hatalar yaptığında bunlara izin verir.

17. Başkalarına zarar veren hiçbir işlemden yarar sağlamaz.

18. Tüm zorlukları ve yenilgileri faydaya dönüştürür.

19. Yenilgiye uğradığında, tüm yenilgilerin geçici olduğunu bilir.

20. Hayatta bir temel hedefi vardır ve buna ulaşmakla meşguldür.

21. Amacından ayrı düşecek olursa, bu tecrübeyi analiz ederek bundan yarar kazanır.

22. Hayatı tam olarak olmasını istediği, hep beklediği gibidir.

23. Eksiksiz ve samimi işbirliğiyle kazanmayı kolay bulur.

24. Görünür bir nedeni olsun ya da olmasın, her şeyin olabileceğini bildiği için hayal kırıklığına karşı güçlüdür.

Bu değerlerin dörtte üçüne sahipseniz; kendi hayatını yaşayan, kendi aklının tanıyan, korkusuzca kendisi olan birisi olduğunuzun farkına varmışsınız demektir.


YAPABİLİRİM-MOTİVASYONUN BÜYÜSÜ

HAZIRLAYAN : İlyas BURAK

10 Ağustos 2008 Pazar

DÜŞÜNCEMDEKİ ÇERÇEVE


Parmak kemiklerim inceden sızladı, şarkılardan arta kalmış hatıralardan içimde bir dinginlik gözlerim benden uzaklara takıldı. İçinde büyüttüğün imgeler asla yok olmuyor, bilhassa zaman geçtikçe düşüncelerinizde oluşan çerçeveyi büyütüyorsunuz.

Hafızanızda oluşan dağ manzarasına zaman zaman bulut ekliyor, ara sıra güneş açtırıyorsunuz. İçinde bazen ırmak geçiyor, bazen gece oluyor, bazen gündüz.

Bir parça mutluluk varsa onu eksilten ya da artıran bizleriz.

Kavramlara biz anlam yüklüyoruz, birimiz için soğuk başkasına çok soğuk değil aslında, aynı şeye biz daha çok üzülürüz bir başkası hiç, biz küçük bir davranıştan mutlu oluruz. Bir başkası farkına bile varmaz.

Bu evrende boşluk diye bir şey yok, her şeyin bir yeri ve anlamı var. Ve hiç bir şey tesadüf değil,

İnsan benliğini büyüten yaşanmışlıklar var, insan yaşamadan anlayamayacağı, ne kadar da öğüt dinlese, kitap okusa, kursa gitse anlayamayacağı duyumsamalar.

Zıtlıkların anlam kazandığını insan yaşayarak öğreniyor. Zorladığın görüntüyü elde edemezken, içini ısıtacak bir başka görüntü beliriyor. Görmek için düşünceni özgür bırakman gerekecek belki, vazgeçeceksin olmamışlıkları.

Varlığın da yokluğunda kıymetini bilmek için gelir gider gönüllerimiz, ne oldu? Nasıl oldu? Derken akar hayat, sonra gülümseyerek bakarsın yaşadıklarına iyisiyle kötüsüyle bir ömür akıyordur, ama geçen vakti kayıp saymazsın.


nilüferçiçeği-05.08.2008

4 Ağustos 2008 Pazartesi


Atı nasıl süreceğinizi bilmek yetmez,
nasıl düşmek gerektiğini de bilmelisiniz.

Meksika Atasözü

10 Temmuz 2008 Perşembe

Küçük şeyler



En iyi şeyler

küçük çıkınlarda taşınırmış.

küçük bir beden

çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.

ufak balıklar lezzetli olurmuş.

ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış,

büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş.

her küçük şey mutlaka işe yararmış,

bir çok küçük

bir büyük edermiş.

sağanak dediğimiz

küçük damlacıklardan ibaretmiş.

ufacık bir yağmur

kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.

muazzam bir aydınlık

küçük bir delikten görülebilirmiş.

saman çöpü

rüzgarın yönünü gösterirmiş.

bütün hasat

Bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.

büyük bir geminin batması için

küçük bir delik yeterli imiş.

çok veren malından,

az veren canından verirmiş.

yükte hafif olmak

pahada ağır olmaya engel değilmiş.

deve büyükmüş ama ot yermiş,

şahin küçükmüş ama et yermiş.

İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman

cömertliği öğrenebilirmiş,

büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey ızdırap olurmuş.

büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa,

Bunun sebebi Onun küçük adamlara gösterdiği

ihtimam imiş.

büyük makineleri küçük çarklar çalıştırırmış

küçük başlangıçlar olmadan büyük sonuçların sağlandığı vaki değilmiş......

Alıntı

4 Temmuz 2008 Cuma


Yalanlamak ve reddetmek için okuma.
İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma.
Konuşmak ve nutuk atmak için de okuma.

Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku.

Francis Bacon

28 Haziran 2008 Cumartesi

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM....




Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki... "Hayattan ne öğrendiniz?"
Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.
Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:
* * *
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
* * *
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
* * *
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
* * *
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
* * *
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
* * *
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
* * *
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
* * *
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
* * *
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
* * *
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
* * *
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
* * *
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
* * *
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
* * *
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
* * *
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim


Kim yazdı ise eline sağlık - alıntı

22 Haziran 2008 Pazar

RUHU GENİŞ OLMAK,


Ruhunu geniş tutmasını erken öğrenebilmiş kişi, sonra dünyayı içine sığdırabilir

Stefan Zweig

15 Haziran 2008 Pazar

EFES, MERYEM ANA, ŞİRİNCE

Birbirine mesafe olarak yakın ve bir o kadar farklı ortamlar, Efes'in halk kütüphanesi, Meryem Ana Evinin huzuru ve Şirince Köyünün doğal güzellikleri bir araya gelince multi-vitamin oluyorlar.

Üç günlük 19 Mayıs tatil gezimiz bize sanki çok uzun bir süre ve birçok yer görmüş duygusunu tattırdı.

Seyahat için çok talep olduğundan otobüs bileti bulamayınca trenle seyahate karar verdik। Biraz uzun ama pek de güzel oldu.


Efes gezimizin güzel geçmesinde yanımızda bulunan Veysi Bey'e eşine ve ailesine, aracıyla bizi neşeli ve güvenli bir yolculuğa çıkaran İzmir/Kemalpaşa'lı Mesut Bey'e de ayrıca teşekkür etmeliyim.

İzmir ili Selçuk ilçesi sınırlarında bulunan Efes'in İsa'dan önce 2000 yılından beri var olduğu biliniyor. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş, Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuş.

Celsus kütüphanei MS.135 yılında yapılmış, 15 metre yüksekliğinde tek bir salondan oluşuyor, Ön cephe kolonları arasında yer alan 4 kadın heykeli " Akıl ", " Kader ",İlim " ve " Erdem " öğelerini sembolize etmekte. Bu heykellerin orijinalleri Viyana Müzesi’nde bulunmakta imiş. Parşömen ruloların,kitaplıkta nemden etkilenmemesi için iki tarafı tuğladan örülmüş kapalı raflarda korundukları belirtiliyor.

liman yolu,

Büyük tiyatro,
Küretler caddesinden celsus kitaplığı çok güzel görünüyor.
Yedi Uyurlar; tarihi çağlarda yaşamış, Yamliha, Mekselina, Meslina, Mernuş, Debernuş, Saznuş ve çoban Kefeştatyus isimli yedi gencin başından geçen mucizevî bir olayı anlatır. Yedi Uyurlar mucizesi Kuran’ın 110 ayetten meydana gelen Kehf Suresinde (18.sure) 8 ile 25. ayetleri arasında anlatılır.

Yedi Uyurlar öyküsüne göre, çok tanrılı dinin hüküm sürdüğü kentte yedi genç adam Hıristiyanlığa ve tek tanrıya inanmışlar. O sırada yöreyi yöneten zalim kral tebasının tüm dinsel özgürlüğünü sıkı kontrol altına almış, bu baskıdan kurtulmak için çare arayan gençler bir mağaraya sığınmışlar, orada uykuya dalmışlar ve 309 yıl uyumuşlar, günümüzde yedi gencin mezarı Efes antik kentinin dışında doğuya doğru sapan yolun sonunda bulunmakta.
İzmir ili Selçuk ilçesine 9 km. uzaklıkta, 420 m. yükseklikteki Bülbül Dağı üzerinde bulunan Meryem Ana Kilisesi ve evi ;
Hz. İsa’nın ölümünden sonra Aziz Jean tarafından Hz. Meryem’in buraya getirildiğine inanılmış,
Papa 23.Johannes 1961 yılında burasını bir haç yeri olarak ilan etmiş.

Yolumuz Şirince Köyüne de uğradı Önceleri adı Çirkince denmiş ama bence Şirince;

İzmir/Selçuk'a 8 km.uzaklıkta bulunan bu rum köyü 1923'te Türk-Yunanistan nüfus mübadelesi sonucu bir Türk köyü haline gelmiş, zeytin, üzüm ve incir yoğun bir şekilde üretilmekte ve işlenmekte. Köyden aldığımız taş sıkma sızma zeytinyağı sabah kahvaltısı için çok lezzetli ve hafif.


Bu arada unutmadan Selçuk'tan Kuşadasına yönelen yolda Emekli Öğretmen Ayhan Çetin ve Eşinin hazırladıkları Maket köyü belirtmeden geçemeyeceğim. Eğer yolunuz Selçuk'a düşerse mutlaka ziyaret edin. İncelikle hazırlanmış maketlerin bahçeden başlayarak ve en inceleri (kapalı ortamdaki) minyatür köy hayatı canlandırmaları muhteşem. Maket Köy hakkında bilgi alayım derken Sayın Muzaffer CELLEK'in blogunda çok güzel bir yazısına ulaştım. Kendisini de kutluyorum. Maket Köy ile ilgili yazısını okursanız maket köyü canlı bir şekilde anlattığını göreceksiniz. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=56265

Bornova'da açılan alış veriş merkezi forum Bornova açık bir alana kurulmuş ve mağazalar tek katlı olarak hazırlanmış, hem rahat geziliyor, hem de oluşturulmuş minik havuzların kenarında serinleyebiliyorsunuz.

Gelinciklerle süslü tren yolumuzdan dönerken birçok yer gezmiş olmamıza rağmen, yorgunlumuz az oldu. Bunda gördüğümüz yerlere olan merakımız etkili diye düşünüyorum. Bir dahaki gezide görüşmek üzere...

21 Mayıs 2008
nilüferçiçeği

Mutlu bir yaşam, kendi doğası ile uyumlu olandır.

Seneca

31 Mayıs 2008 Cumartesi

KIBRIS'TAYDIM


Yavru Vatan Kıbrıs'ı görmek uzun zamandır içimde olan bir istekdi. 1990 yılından beri hemen hemen her yıl gitmeyi düşünmüş ve ertelemiştim. Nihayet bu yıl hiç plan yapmadığım halde gitme olasılığım oldu. Kıbrıs'a ayak basana kadar da içimdeki Kıbrıs'a gitme fikri güncellenmedi. Uçağımız ERCAN hava alanına inince içimdeki sevinç inanılmaz bir hal aldı.

Kıbrıs’ın bilinen tarihi, Milat'tan önce 15'inci yüzyıla kadar uzanır. Ada M.Ö. 15'inci yüzyılda, Hitit egemenliğinde bulunuyordu. Hitit egemenliği M.Ö. 1450 yılında Mısır ile yer değiştirdi. Bu tarihten itibaren Kıbrıs'ta M.Ö. 450 yılına kadar Mısırlılar egemen oldular.M.Ö. 1320 yılında Ada bir ara tekrar Hitit egemenliği altına girdi. Daha sonra sırası ile Finike, Asur, tekrar Mısır, Persler, Photomeler, Roma ve Bizans Ada üzerinde egemenlik kurdular.

M.S. 395 yılında Roma'nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasıyla birlikte Ada'nın Bizans egemenliğine girdiğini görüyoruz. M.S. 638 yılında İslam komutanlarından Ebubekir'in Kıbrıs'a çıkmasıyla Ada'nın önemli yerleri Müslümanların eline geçti. M.S. 647'de Halife Osman zamanında da bütün Ada İslam egemenliği altına girdi. Kıbrıs'taki İslam egemenliği, Ada Bizans İmparatoru Nikepheros Phossas'ın 964 yılında Ada'yı yeniden ele geçirmesiyle sona erdi. 1191 yılında çok kısa bir süre İngiltere kraIı Aslan Yürekli Richard'ın eline geçti. 1192'de yine çok kısa süre, Templer Şövalyeleri Ada'da egemen oldular. 1192-1189 yılları arasında da Lusignan'ların yönetimi altında kalan Ada,1425 ve 1426 yıllarında Memlük'lerin saldırısına uğradı. Kısa bir süre de Ceneviz egemenliğine girdi. Sürekli Memlük saldırıları sonunda yıkılan Lusignan'ların yerine Venedikliler geçti.

15. Yüzyılın sonlarında doğu Akdeniz'e egemen olan Osmanlı İmparatorluğu, siyasi, stratejik, ekonomik ve dini nedenler'ın etkisiyle Kıbrıs'ı ele geçirdi. Kıbrıs'ta üslenen Venedik korsanlarının Türk deniz ticaretine verdikleri büyük zararlar da Kıbrıs'ın ele geçirilmesinde başlıca etkenlerden biri oldu.

1 Temmuz 1570 tarihinde, 50 bin asker ve 80 top taşıyan Osmanli Filosu, Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Kıbrıs çetin savaşlardan sonra ancak bir yılda alınabildi. Kıbrıs'ın en kuvvetli kalesi olan Magosa'nın 1 Agustos 1571'de teslim olmasıyla bütün Ada Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiş oldu.
Kıbrıs 1571 yılından 1878 yılına kadar tam 308 yıl Osmanlı egemenliğinde kaldı.

Uzun zaman Osmanlı idaresinde kalmış bu adaya , Padişah II. Selim, adada kalan 20 bin civarında askerin yanısıra 10 bin civarında sanatkar ailenin de Kıbrıs'a gönderilmesini kararlaştırır.Bu amaçla çıkarılan bir "Sürgün Hükmü” ne göre Anadolu, Karaman, Rum ve Dülkadriye Kadıları şehir ve kasabalarda oturan zenaat ve meslek sahipleri arasında seçme yaparak, her on haneden bir hanede yaşayan aileleri Kıbrıs'a gönderirler.

Megali İdea fikri ortaya atılana kadar, iki halk Osmanlıların adil yönetimi altında barış içinde bir arada yaşadı. Denebilir ki adadaki iki halkın barış içinde bir arada yaşadığı tek dönem fiilen Osmanlı İdaresi altında yaşanan bu 307 yıllık dönemdir. Bu dönemde yerel halkın büyük bölümünün mensup olduğu Ortodoks dinine ait ibadet yerleri yeniden açılmış, Hristiyanlar tam bir ibadet özgürlüğüne kavuşmuştur.

20 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nın 20. maddesi ile Ada hukuken de İngiltere'ye bırakıldı.
İngiliz yönetiminin ilk yıllardan itibaren Rumlar Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı) taleplerini tırmandırmaya başlamışlardır.

Yunanistan'ın Kıbrıs'ı talep etmesi 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti. 18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa'ya bir nota veren Yunanistan, resmen ilk kez Enosis fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir.

20 Temmuz 1974’te Mutlu Barış Harekatını gerçekleştirdi. Türk Barış Harekâtı, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını engelleyerek adanın bağımsızlığını korumuş, Kıbrıs Türklerini topluca imhadan kurtarmış ve Kıbrıs sorununun gerekçi, hakça ve kalıcı bir çözüme ulaştırılması için gerekli siyasi ve coğrafi zemini oluşturmuştur.

Self-determinasyon (
Geleceklik Hakkı ya da Self Determinasyon, ulusların geleceklerini kendilerini tayin etmeleri ilkesidir. Bu deyiş, Türkçe'de kısaltmasıyla birlikte Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (UKKTH) şeklinde de geçer.) hakkını kullanan Kıbrıs Türk Halkı,

15 Kasım 1983'de Federe Meclis'in oybirliği ile aldığı bir kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilan ettiğini dünyaya duyurdu. (kaynak KKTC Tanıtma Dairesi)

Kıbrıs'ta görülmesi gerekenlerden birisi St.Hilarion Kalesi, kaleye ulaşmak için Girne-Lefkoşa karayolunun Boğaz bölgesinde kaleye ulaşan dağ yolunu kullanmanız gerekiyor.

Beşparmak Dağları’nın kuzeye bakan eteklerine inşa edilmiş bir kaledir. Rivayete göre St. Hilarion Kalesi, tarihte ilk kez Filistinli St. Hilarion tarafından ikametgah olarak kullanılıyordu.

Manastır, Türklere karşı korunmak amacıyla 11'inci yüzyılda daha sağlam hale getirildi. St. Hilarion Kalesi’nin İngilize ait yanları da var. Aslan Yürekli Riçard olarak bilenen Richard I, bir süre için Kıbrıs adası ile kalelerini kontrol eden kişidir. Ancak Aslan Yürekli Riçard, 1191 yılında Lefkoşa’daki hasta yatağında yatırken, St. Hilarion Kalesi Guy de Lusignan tarafından teslim alınmıştır. Guy de Lusignan bu dönemde çeşitli önlemler alarak kaleyi daha da sağlamlaştırmıştır.

Bundan sonraki dört yıl boyunca St. Hilarion Kalesi, savaşların en önemli noktası haline geldi, Kıbrıs adasının bağımsızlığına uzanan yolda önemli bir rol oynadı. Bu savaşların ardından yaşanan 140 savaşsız yıl içinde ise kalede birçok yenilikler yapıldı, burası Lüzinyan kraliyet ailesi için dinlenilebilecek rahat bir yazlık olarak kullanıldı.

St. Hilarion Kalesi üç bölümden oluşur. Kalenin en üst bölümü, üzerinde oturduğu dağın tepesinin iki uçlu olması nedeniyle Dydimus (İkizler) olarak bilinir. En alt bölümde kalenin askerleri, atlar ve diğer malzemeler dururdu.

Bronz çağı sonlarına doğru Anadolu ve Yunanistan’dan Kıbrıs’a göç eden kabileler tarafından inşa edildiğini öğrendiğimiz Salamis antik şehri; Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon'un oğlu Tefkros tarafından kurulmuş, Salamis antik kentinde günümüzdeki kalıntıların çoğunun Roma dönemine ait. Salamis’te mimari kalıntılar olarak sur ve liman, spor alanı (Gimnazium), hanlar, pazar yerleri, bedestenler, antik tiyatro bulunuyor.



Salamis Harebeleri de gezilecek yerlerden, geçmişi İÖ 11.Yüzyıla dayanan kent Finikelilerle sıkı ticaret ilişkileri olan bir şehir, Pers,Mısır ve Roma egemenliğinde kalmış, spor alanı, tiyatro ve bazilikadan oluşuyor.

Barış Manastırı (Abbe De La Paix) olarak da bilinen ve MÖ. 12. yüzyılda inşa edilen manastır bir Roma çağı ürünü.

Karaoğlanoğlu Şehitliğini ürpeti içinde dolaştık
Lefkoşa’da bundan başka görülmesi gereken en önemli yerlerden biri de Büyük Han; Büyük Han’ın inşası için emri Kıbrıs’ın ilk Osmanlı yöneticisi Muzaffer Paşa, 1572 yılında vermiş. Han’ın mimarî yapısı o dönemlerde Anadolu’da inşa edilenlerle birebir benzerlik taşıyor. Tamamıyla taştan inşa edilmiş olan Han’ın içinde tam 68 oda ve 10 dükkân bulunuyor. Büyük Han’ın tam ortasında da çok güzel, küçük bir mescid var. Lefkoşa belediyesi orkestrası konuklarını müzikle ağırlıyor.

Mavi Köşk; Güzelyurt yakınlarındaki Çamlıbel mevkiinde Makarios'un avukatı, aynı zamanda zamanın en büyük silah kaçakçısının köşkü,


Lefkoşa'da "Barbarlık Müzesi" haline getirilen, Binbaşı Dr. Nihat İlhan'ın eşi ve 3 çocuğunun küvette katledildiği ev, 42 yıl önce yaşanan olayların sessiz tanıklığını yapmaya devam ediyor. "Kanlı Noel" olarak bilinen 21 Aralık 1963'te adada Rumların Türklere karşı başlattığı saldırılardan en korkuncunun yaşandığı tek katlı ev, Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra 1975'de onarılarak tekrar düzenlenmiş, Kapıdan girişte sağda, kırmızı boyalarla üzerine akan kan görüntüsü verilen Aralık 1963 yazısının göze çaptığı müzenin tavanında, olaylardan kalma kurşun izleri, siyah kare içinde ziyaretçilere gösteriliyor. 24 Aralık 1963 gecesi Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi Mürüvvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan'ın katledildiği banyo, cam bölmeyle kapalı tutuluyor. 3 çocuk ve annesinin küvetteki katledilmiş halini gösteren fotoğraf da müze de sergileniyor. Müzede, eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın
sözleri yer alıyor,
Magosa Kalesi ile karşılıklı Namık Kemal Zindanını görmek mümkün.


Selimiye Camii; 1209'da yapımında başlanan katedral, çeşitli istilacıların yağmalarına uğramış ve 1571'de Kıbrıs'ın en büyük camisine dönüştürülmüş,caminin adı, Kıbrıs'ın fethi sırasında padişah olan II. Selim'in anısına 1954'te Selimiye olarak değiştirilmiş,


Lala Mustafa Paşa Camii; Osmanlı zamanında bünyesine minare eklenerek camiye çevrilmiş;camiye kıbrısın fethinde önemli görev alan sadrazam Lala Mustafa paşanın da adı verilmiş,
Magosa Kalesinden Lala Mustafa Paşa camii görüntüsü pek güzel.


Adada yaşamak nasıl bir duygudur, orada yaşayanlar daha iyi bilirler, yalnız ben kısa süre içinde birçok tarihi eseri görmek, deniz ve bahar güneşini birlikte hissetmekten çok mutlu oldum. Kıbrıs'ın ve halkının sonsuza dek mutlu kalmasını diliyorum.

nilüfer çiçeği-04 Mayıs 2008

21 Mayıs 2008 Çarşamba

YOL


"Yol sadece onu incelediğimiz zaman görünür hale gelir."

Alman Fizikçi Werner Heisenberg-Kuantım Düşünce Yöntemi Kitabı-Clive Cussler

23 Nisan 2008 Çarşamba

19 Nisan 2008 Cumartesi


Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna;
Dünyayı kara zindan etme başına,
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu;
Olacakları
danışan varmı sana

Hayyam

12 Nisan 2008 Cumartesi

ŞİFALI BİR BİTKİ

Bursa'da Cumalıkızık Köyü'ne gitmiştik. Son zamanlarda ünlenmiş bu köy, diziler çevriliyormuş burda. Evleri pek güzel, sokakları şirin mi şirin.


Büyük çakıl taşlarından arnavut kaldırımları var. Ordayken yağmur yağıyordu. Hemen o geniş ahşap kapılı evlerden birine girdik. Tandır ekmeği kokuyordu. Hanımlar sağ tarafta gözleme yapıyorlar. Beyler çay servis ediyorlardı.

Yemek yemek amacıyla girmemiştik ama mis gibi ekmek kokuları, billur çaylar ilgimizi çekti. Çay eşliğinde gözleme yedik.

Yağmur biraz diner gibi oldu. Çıktık dışarı köyün hanımları tezgahlar kurmuşlar, ev reçelleri, ekmekler, tarhana, erişte ve yörede yetişen ilkbahar mevsimine ait bitkileri hem tanıtıp hem de satıyorlardı.

Herkes ilgisini çeken ürünü aldı. Benim de ilgimi yemyeşil ve tazece duran ısırgan otu çekti.
Çok faydalı bir bitki olduğunu duymuştum. Ama nasıl pişirileceğini bilmiyordum. Sordum. Yemeği de salatası da oluyor dediler.

Ankara'ya döndükten sonra aldığım bu sebzeyi yıkadım. İnsanın elini dalıyor biraz. Eğer dayanamam diyorsanız eldiven giyip yıkayın, lakin romatizma ve gut hastaları eğer ellerinde ağrı şikayetleri varsa eldiven giymesinler çünkü sızılarına çok iyi geliyor. Deneyerek öğrendik.

Yıkayıp ayıklanan ısırganı çok az haşlıyorsunuz. Diğer taraftan zeytinyağında bir baş soğanı pembeleştirip, biraz da salça ekleyip üzerine haşlayıp tekrar doğradığınız (iriyse) ısırganı bırakıyorsunuz. Sonra istediğiniz adet yumurtayı çırpıp üzerine barıkıp harlı ateşte yumurtalar dağılacak şekilde pişiriyorsunuz.

Haşladığımız suyu içebilir ya da çorbalara katabiliriz. Üstelik çok lezzetli.

Isırgan otu kavurmasını da afiyetle yiyorsunuz. Çok lezzetli ve yararlı olduğunu daha sonra araştırdım. Kanı temizlemek, kan yapmak, iltihaplı hastalıklarda haşlayıp suyunu içmek faydalıymış.

Bir arkadaşım da kayınvalidesine kanser sonrası kemoterapiden sonra vücudun kuvvetlenmesi için tohumlarını balla karıştırıp yedirmiş. Sonuç çok başarılıymış, yurdumuzun bu güzel bitkisini tanıyalım ve kullanalım. Faydasından başka zararı olmadığını düşünüyorum.

Afiyet olsun.