13 Mart 2008 Perşembe



Sen olmak isterdim. İyileştiren olmak, pak eden olmak, söndüren olmak, can’ı besleyen olmak, can olmak, tarafsız olmak renksiz/tatsız olmak gibi, herşeye kucak açmak her rengi taşır gibi… Şifamsın…

Seni seviyorum… Sen olmak, seninle olmak isterdim ey su… Susuzluğum hasretindir…

Hayatın bu kürek mahkumu yorgunluğunu taşıyamadığım zamanlar bir anda uçmak senin gibi, ne güzel olurdu. Ruh hafifliğinde tavaf etmek, tavaf etmek, tavaf etmek… Şehirlerden yükselen yılgın nefesleri katıp önüne serin sabahlar bırakmak.

Çocuk gülücüklerine kar olup yağmak, bir çiğ tanesi güzelliğine bürünmek, hayat ne kadar değişse de, haller ne kadar değişşe de özünde aynı kalmak…

Kinli hançerlerden damlayan kanları bile alıp bağrına usul usul, bilge bilge yürümen, çok bilmenin büründüğü sırlı sessizliğe bürünmen. Endamınla ağır ağır süzülmen ey su.

Boşuna değil eskilerin “derdini suya söylersen o getürür Allaha” demeleri. Senden başkası var mı ki ademlerin derdlerine dayanabilsin. Dinlesin dertleri de taş çatlamasın, ağaç kurumasın, insan sararmasın.

Sense sabırla dinleyip, katarsın bilgeliğine herşeyi. Belki konuşursun da, derde dertlenirsin, “su” dersin, su dilini, şu dilini ögrenmeyi istemez mi insan."Sızıyı gideren su / suyun sızladığını kimseler bilmez...*". Ey su, can/su.

Gözlerimi aldı su
Düşlerime daldı su
Beni aşka saldı su
Yakan tadın kaldı su.

Elinden tutsam suyun
Canından tutsam suyun
Sıcağını duysam suyun
Cana vuslat olsun su.

Ne cenkler efsanedir sesinde, nice firakler yansıdı yüzüne, nice vuslatlara şahitsin. Bak şurda Aliş ile Züleyha destanı bir keder gibi acıtıyor çağlayışını.. Fakir ümitler, çocuk ağlamaları, şahların dünya düşleri, aşıkların sırları maviye boyadı seni ağırlığında... Onun için bu hüzünlü yürüyüşün, onun için aynı düşler aynı sırlar her yudumunda insanların.

Şimdi ılgaz dağlarının ıssız göllerinde yüzüne hilal düşmüştür, için için kıpırdamaktasındır... Rüzgar yüzünde üfül üfül çocuk öpücükleri... Zerreler bedenımde kıpır kıpır dalgalanır hilalle. Yıldızlar göz kırpar...

Görkemli yalnızlıklar büyütür kendini uzak diyarlarda... Sesindeki musiki tanınmaz, kimse bilmez gizli kalmışı. Ne aradığını bilmeyenlerin sessiz ruhlarında bir canhıraş çığlıktır hep: “su... su... su...”

Bense en şehirli halimi takınıp seni seyrederim... Adımlarımı kendi haline bırakırım sokaklara. Bir sen kalırsın bende, bir de susuzluğum...

Cana hasret kaldı can / Suya hasret kaldı su
Cana hasret kaldı su / Suya hasret kaldı can.

İsmet Özel

Hiç yorum yok: